“"Kimi sevmek?" sorusuna doğru cevap bulmak yetmiyor, "Kim için sevmek?" sorusunu da doğru cevaplamak gerekiyor. Eğer birincisini doğru cevaplamak yetseydi şeytan kovulmazdı.”
Evet, şeytan Allah ı severdi ancak insanı sevemedi. Bunun tersini modern insan sergiliyor. İnsanlar insanları seviyor ancak Allah ı kaybediyorlar. Bilmiyorlar mı ki Allah insanoğlu veya kainat için vazgeçilmezdir, ancak Allah için vazgeçilmez yoktur. Hem Allah ı kaybeden neyi bulur, Allah ı bulan neyi kaybeder.
Bir türlü “çağ-daş” olamadığımız saadet dönemi yıldızları ve onlardan sonraki nesil insanı, varlığı, onları yaratan dan dolayı severdi. Birbirlerini sadece Allah rızası için sevmenin imandan olduğu bir döneme yetişemedik. Eğitim ve öğretim hayatımda hep yanlış şeyler öğrendim, dolayısıyla eğitilemedim. İnsan insanın kurdudur düsturu eğitti çağdaş arkadaşlarımıda. Yarar varsa eylem oluşur dendi. Rıza köşelere, bucaklara itildi. Allah ın hayata her an müdahil olduğu unutuldu, yerine kul yapımı sistemler getirildi. Bu sistem de sevgiyi emretti. Ama el ele seveceksin dedi, göz göze, diz dize sev dedi. El değmeden sevgi mi olurmuş dedi. Kabuğunu kır dedi sistem. İman kabuğunu kırdı insan. Saç baş dağınık halde, sevgiye aç zihinler aşık oldu o dağınık saça başa. Allah ın boyasıyla boyanın dedi vahiy, O boyayla boyanmayan yüzlere meyletti gönül. Ne ettin ey gönlüm denmedi. Ardına düşüldü gece görülen düşlerin. Zihinler yıkınmamıştı ayetlerle. Ayetler eyleme dönüşmedi. Ameller kitaplarda kaldı. Yürek muhabbetsiz kalınca, aşk yetişti imdada. Tutukladı insanı. Tutkular esir aldı. Kabuğunu kıran, yalnızlık çeken yürek çareyi şeytanın aldatmasında buldu. Gözlerini yeni yeni açmaya başyalan insan, insanı sevmeyen, secde emrini yerine getirmeyene uydu. İnsan kayboldu. Yalnızlığını gidermek için insan yeni yalnızlar aradı. Zihinler çıplak, saç baş dağınık karanlıkta buluştu bu yalnızlar. Her bakış zinaya açılan bir kapı oldu. Aydınlığı beşerin gözlerinde arayan insan, karanlık yüreğine yenik düştü. İnsan nefsine uydu. Gözden düştü.
“Çağdaş insanın Allah'a inanışı cahiliyye müşriklerinin Allah'a inanışına nitelik yönünden çok benziyor. Çünkü, sevgi değil ihtiyaç belirliyor Rabbimizle olan ilişkilerimizi. Çünkü insan "Ey Allah'ını, sana muhtacım, çünkü seni seviyorum." deme yerine "Seni seviyorum, çünkü sana ihtiyacım var" demeye getiriyor.”
“Gönül ferman dinlemiyor ve sevgi henüz borsalara düşmedi. İki insan birbirini kaç para verseniz sever? Ya da seven iki insan hangi bedeli ödeyince terkeder bu sevgiyi? Fiyatı nedir kalbin ve onun en soylu meyvesi olan sevginin?”
“Sevgi toplumunda, insan insanın kurdu değil insan insanın cennetidir. Sevgi iksirinin cennet haline getirdiği yüreklerinde konuklarlar birbirlerini. Öyle bir yürek ki, çarşılarında sevgi satılır, terazilerinde sevgi tartılır, ancak karşılığında para değil yine sevgi alınır. Sevgilerinin faturası yine sevgidir. Çok kere severler ve sevgilerini bezlederler, feda ederler.
Sevgi toplumunda insanlar yeni tanıdıkları her "insan"a yeni nâzil olmuş bir âyet gibi bakarlar.
Sevgi toplumunun fertleri yüreğin işlevini iyi bilirler. Onu nükleer bir güç merkezi gibi kullanırlar. Sorunlarını sevgiyle çözmeye çalışırlar. Kendi aralarındaki kavgaları sevgiden, tokatları ise şefkattendir. Olağanüstü durumlarda sevgilerini tümden silmezler, parantez içine alırlar. Bu da üç günü geçmez, geçemez.
Dövmeleri gerekiyorsa nefret ettikleri için değil sevdikleri için döverler. Birbirlerini tezgahlarına koyup tüketmezler, gönüllerine ekip o münbit toprakta üretirler.
Sevgi toplumunda yüreklere asılan "sevgili pankart"ta şu yazılıdır:
"Vallahi birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız, iman etmedikçe de cennete giremezsiniz." (Buhârî, Îman) Sevgi toplumunda, insan insanın kurdu değil insan insanın cennetidir. Sevgi iksirinin cennet haline getirdiği yüreklerinde konuklarlar birbirlerini. Öyle bir yürek ki, çarşılarında sevgi satılır, terazilerinde sevgi tartılır, ancak karşılığında para değil yine sevgi alınır. Sevgilerinin faturası yine sevgidir. Çok kere severler ve sevgilerini bezlederler, feda ederler.
Sevgi toplumunda insanlar yeni tanıdıkları her "insan"a yeni nâzil olmuş bir âyet gibi bakarlar.
Sevgi toplumunun fertleri yüreğin işlevini iyi bilirler. Onu nükleer bir güç merkezi gibi kullanırlar. Sorunlarını sevgiyle çözmeye çalışırlar. Kendi aralarındaki kavgaları sevgiden, tokatları ise şefkattendir. Olağanüstü durumlarda sevgilerini tümden silmezler, parantez içine alırlar. Bu da üç günü geçmez, geçemez.
Dövmeleri gerekiyorsa nefret ettikleri için değil sevdikleri için döverler. Birbirlerini tezgahlarına koyup tüketmezler, gönüllerine ekip o münbit toprakta üretirler.
Sevgi toplumunda yüreklere asılan "sevgili pankart"ta şu yazılıdır:
"Vallahi birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız, iman etmedikçe de cennete giremezsiniz." (Buhârî, Îman)”
“Tarihte sevgiyi katleden bir çok düşünce, yaşam biçimi ve sistem gelmiş geçmiştir. Fakat, insanlığın değişmez değerlerini paraya tahvil eden, fazilete dayalı bir ahlâkı yıkıp üretim ve tüketime dayalı bir "ahlâk"ı ikame eden; sevgi, fedakârlık, samimiyet gibi erdemlerin yerine, gösteriş ve ikiyüzlülüğe dayalı diplomasiyi yerleştiren kapitalizm gibisi gelmemiştir.
Reklâm ve propagandaya dayanan modern dünya sistemi, sevgi gibi paraya dönüştürülemeyen değerlere hasımdır. Onu tahrip etmeyi, bunu beceremezse tahrif etmeyi amaçlar.
Onu yok etmeyi beceremez, çünkü sevgi yok edilemez. Ne ki ikincisinde, yani sevgiyi tahrif edip sahte sevgileri bol reklamla pazarlama işinde başarılı olmuşlardır. Fuhşun, çarpık ilişkilerin, putperestliğin adını aşk ve sanat koymayı başarmışlardır. Bu sâyede sevgi, tüketime elverişli bir hâle getirilmiştir. Artık, insanlığın yüce değerlerinden biri olan sevgiyi Tutsaklık aracı olarak kullanmak mümkün olacaktır.”
“Kadın ya da erkek, bir zombi gibi, kendisini esir edip ardından sürükleyen şeyin adını aşk koymaktan gizli bir haz duyarlar. Gerçek aşkın, saf aşkın iyi şöhretinden böyle istifade ederler. Halbuki bu aşk değil, tutkunun ta kendisidir. Çünkü gerçek aşk insanı kendi cinsinin elinde oyuncak etmez, insana özgürlük bahşeder ve aşlanlık kazandırır.
Gerçek aşkı tanımayanlar iki kişilik divaneliklerin adını aşk koymakta ısrarlıdırlar. Bu durum psiko-patolojik bir vak'adır. Aslında tutku olan bu tip "aşk"lar çoğunlukla yalnızlığı yüksek dozda yaşayan fertlerde görülür. Bu tipler çektikleri aşırı yalnızlığı hafifleten birini buldukları zaman, ilk anda kronik yalnızlıklarını hafifleten o kişiye karşı duydukları minnet hissini aşk zannederler. Uzun zamandır uçsuz bucaksız yüreğinde bastırdığı yalnızlık acısını dindiren bu unsura karşı duyulan minnet ve şükran hissidir bu.
Aşk zannedilen bu hissin güçlü olması sevginin şiddetinin ölçüsü değil, daha önceki yalnızlığın derecesinin büyüklüğüdür. Yeni durumda, yalnızlık açısından değişen pek bir şey yoktur aslında. Evvelce tek kişilik olan yalnızlık, şimdiki durumda çift kişilik yalnızlığa dönüşmüştür. Tabi, bu tutku platonik (tek yanlı) değilse.”
“Bu tip sevgilerin diğer bir boyutu da, insanın, kendi sorunlarını çözmek yerine, kendinden, kendi gerçeklerinden kaçmak için başkalarıyla ilgileniyor görünmeyi seçmesi. Kendi sorunlarının tümü yüzüstü dururken sevdiğini zannettiği insanın sorunlarını çözmeye çalışır ve bunun adını da "fedakârlık" koyar. İşte bu, insanın kendisinden kaçışıdır. Tabi, sonuçta hiç bir sorun da çözülmüş olmaz.”
“Yalnızca tek bir kişi tarafından tüketilecek kadar kısır bir yüreğin ürününe, nasıl "sevgi" diyebiliriz? Sevgi bir ummandır. Yüzölçümü sınırsız olan bir yüreği bir kişiye tahsis etmek, sevgiyi hadım etmektir. Benliğinin dikenli tellerinden kurtulup o yüreğin kıyılarına gelip dayanan herkesin girme hakkı vardır oraya. Sevginin sadece kendisine tahsis edilmesini Allah bile kullarından istememiştir. O'nun istediği, sevgide başka bir şeyin kendisine denk tutulmaması, en çok kendisinin sevilmesidir:
"İnananlar ise en çok Allah'ı severler." (2/165)”
“Gerçek sevginin yüceltici gücü olduğu gibi çarpık sevginin de aynı oranda alçaltıcı özelliği vardır. Birincisinde insan kendisini bulurken, ikincisinde kendisini yitirir. Sevdiğini ilah edinir, onu tefekkür eder, onu zikreder, onu tesbih eder, onu görür, onu yaşar. O artık sevgili olmaktan çıkıp bir çeşit 'ilah' olmuştur. Ve zaten bu sayılanlar da bir tür tapınış yöntemleri değil midir?”
“Modern hayatın bu sapıklığına bilimsel bir temel hazırlamaya çalışan kapitalizm dininin sahtekar peygamberleri, kendilerine ilk hedef olarak sevgiyi seçmişlerdir.”
Evet, şeytan Allah ı severdi ancak insanı sevemedi. Bunun tersini modern insan sergiliyor. İnsanlar insanları seviyor ancak Allah ı kaybediyorlar. Bilmiyorlar mı ki Allah insanoğlu veya kainat için vazgeçilmezdir, ancak Allah için vazgeçilmez yoktur. Hem Allah ı kaybeden neyi bulur, Allah ı bulan neyi kaybeder.
Bir türlü “çağ-daş” olamadığımız saadet dönemi yıldızları ve onlardan sonraki nesil insanı, varlığı, onları yaratan dan dolayı severdi. Birbirlerini sadece Allah rızası için sevmenin imandan olduğu bir döneme yetişemedik. Eğitim ve öğretim hayatımda hep yanlış şeyler öğrendim, dolayısıyla eğitilemedim. İnsan insanın kurdudur düsturu eğitti çağdaş arkadaşlarımıda. Yarar varsa eylem oluşur dendi. Rıza köşelere, bucaklara itildi. Allah ın hayata her an müdahil olduğu unutuldu, yerine kul yapımı sistemler getirildi. Bu sistem de sevgiyi emretti. Ama el ele seveceksin dedi, göz göze, diz dize sev dedi. El değmeden sevgi mi olurmuş dedi. Kabuğunu kır dedi sistem. İman kabuğunu kırdı insan. Saç baş dağınık halde, sevgiye aç zihinler aşık oldu o dağınık saça başa. Allah ın boyasıyla boyanın dedi vahiy, O boyayla boyanmayan yüzlere meyletti gönül. Ne ettin ey gönlüm denmedi. Ardına düşüldü gece görülen düşlerin. Zihinler yıkınmamıştı ayetlerle. Ayetler eyleme dönüşmedi. Ameller kitaplarda kaldı. Yürek muhabbetsiz kalınca, aşk yetişti imdada. Tutukladı insanı. Tutkular esir aldı. Kabuğunu kıran, yalnızlık çeken yürek çareyi şeytanın aldatmasında buldu. Gözlerini yeni yeni açmaya başyalan insan, insanı sevmeyen, secde emrini yerine getirmeyene uydu. İnsan kayboldu. Yalnızlığını gidermek için insan yeni yalnızlar aradı. Zihinler çıplak, saç baş dağınık karanlıkta buluştu bu yalnızlar. Her bakış zinaya açılan bir kapı oldu. Aydınlığı beşerin gözlerinde arayan insan, karanlık yüreğine yenik düştü. İnsan nefsine uydu. Gözden düştü.
“Çağdaş insanın Allah'a inanışı cahiliyye müşriklerinin Allah'a inanışına nitelik yönünden çok benziyor. Çünkü, sevgi değil ihtiyaç belirliyor Rabbimizle olan ilişkilerimizi. Çünkü insan "Ey Allah'ını, sana muhtacım, çünkü seni seviyorum." deme yerine "Seni seviyorum, çünkü sana ihtiyacım var" demeye getiriyor.”
“Gönül ferman dinlemiyor ve sevgi henüz borsalara düşmedi. İki insan birbirini kaç para verseniz sever? Ya da seven iki insan hangi bedeli ödeyince terkeder bu sevgiyi? Fiyatı nedir kalbin ve onun en soylu meyvesi olan sevginin?”
“Sevgi toplumunda, insan insanın kurdu değil insan insanın cennetidir. Sevgi iksirinin cennet haline getirdiği yüreklerinde konuklarlar birbirlerini. Öyle bir yürek ki, çarşılarında sevgi satılır, terazilerinde sevgi tartılır, ancak karşılığında para değil yine sevgi alınır. Sevgilerinin faturası yine sevgidir. Çok kere severler ve sevgilerini bezlederler, feda ederler.
Sevgi toplumunda insanlar yeni tanıdıkları her "insan"a yeni nâzil olmuş bir âyet gibi bakarlar.
Sevgi toplumunun fertleri yüreğin işlevini iyi bilirler. Onu nükleer bir güç merkezi gibi kullanırlar. Sorunlarını sevgiyle çözmeye çalışırlar. Kendi aralarındaki kavgaları sevgiden, tokatları ise şefkattendir. Olağanüstü durumlarda sevgilerini tümden silmezler, parantez içine alırlar. Bu da üç günü geçmez, geçemez.
Dövmeleri gerekiyorsa nefret ettikleri için değil sevdikleri için döverler. Birbirlerini tezgahlarına koyup tüketmezler, gönüllerine ekip o münbit toprakta üretirler.
Sevgi toplumunda yüreklere asılan "sevgili pankart"ta şu yazılıdır:
"Vallahi birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız, iman etmedikçe de cennete giremezsiniz." (Buhârî, Îman) Sevgi toplumunda, insan insanın kurdu değil insan insanın cennetidir. Sevgi iksirinin cennet haline getirdiği yüreklerinde konuklarlar birbirlerini. Öyle bir yürek ki, çarşılarında sevgi satılır, terazilerinde sevgi tartılır, ancak karşılığında para değil yine sevgi alınır. Sevgilerinin faturası yine sevgidir. Çok kere severler ve sevgilerini bezlederler, feda ederler.
Sevgi toplumunda insanlar yeni tanıdıkları her "insan"a yeni nâzil olmuş bir âyet gibi bakarlar.
Sevgi toplumunun fertleri yüreğin işlevini iyi bilirler. Onu nükleer bir güç merkezi gibi kullanırlar. Sorunlarını sevgiyle çözmeye çalışırlar. Kendi aralarındaki kavgaları sevgiden, tokatları ise şefkattendir. Olağanüstü durumlarda sevgilerini tümden silmezler, parantez içine alırlar. Bu da üç günü geçmez, geçemez.
Dövmeleri gerekiyorsa nefret ettikleri için değil sevdikleri için döverler. Birbirlerini tezgahlarına koyup tüketmezler, gönüllerine ekip o münbit toprakta üretirler.
Sevgi toplumunda yüreklere asılan "sevgili pankart"ta şu yazılıdır:
"Vallahi birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız, iman etmedikçe de cennete giremezsiniz." (Buhârî, Îman)”
“Tarihte sevgiyi katleden bir çok düşünce, yaşam biçimi ve sistem gelmiş geçmiştir. Fakat, insanlığın değişmez değerlerini paraya tahvil eden, fazilete dayalı bir ahlâkı yıkıp üretim ve tüketime dayalı bir "ahlâk"ı ikame eden; sevgi, fedakârlık, samimiyet gibi erdemlerin yerine, gösteriş ve ikiyüzlülüğe dayalı diplomasiyi yerleştiren kapitalizm gibisi gelmemiştir.
Reklâm ve propagandaya dayanan modern dünya sistemi, sevgi gibi paraya dönüştürülemeyen değerlere hasımdır. Onu tahrip etmeyi, bunu beceremezse tahrif etmeyi amaçlar.
Onu yok etmeyi beceremez, çünkü sevgi yok edilemez. Ne ki ikincisinde, yani sevgiyi tahrif edip sahte sevgileri bol reklamla pazarlama işinde başarılı olmuşlardır. Fuhşun, çarpık ilişkilerin, putperestliğin adını aşk ve sanat koymayı başarmışlardır. Bu sâyede sevgi, tüketime elverişli bir hâle getirilmiştir. Artık, insanlığın yüce değerlerinden biri olan sevgiyi Tutsaklık aracı olarak kullanmak mümkün olacaktır.”
“Kadın ya da erkek, bir zombi gibi, kendisini esir edip ardından sürükleyen şeyin adını aşk koymaktan gizli bir haz duyarlar. Gerçek aşkın, saf aşkın iyi şöhretinden böyle istifade ederler. Halbuki bu aşk değil, tutkunun ta kendisidir. Çünkü gerçek aşk insanı kendi cinsinin elinde oyuncak etmez, insana özgürlük bahşeder ve aşlanlık kazandırır.
Gerçek aşkı tanımayanlar iki kişilik divaneliklerin adını aşk koymakta ısrarlıdırlar. Bu durum psiko-patolojik bir vak'adır. Aslında tutku olan bu tip "aşk"lar çoğunlukla yalnızlığı yüksek dozda yaşayan fertlerde görülür. Bu tipler çektikleri aşırı yalnızlığı hafifleten birini buldukları zaman, ilk anda kronik yalnızlıklarını hafifleten o kişiye karşı duydukları minnet hissini aşk zannederler. Uzun zamandır uçsuz bucaksız yüreğinde bastırdığı yalnızlık acısını dindiren bu unsura karşı duyulan minnet ve şükran hissidir bu.
Aşk zannedilen bu hissin güçlü olması sevginin şiddetinin ölçüsü değil, daha önceki yalnızlığın derecesinin büyüklüğüdür. Yeni durumda, yalnızlık açısından değişen pek bir şey yoktur aslında. Evvelce tek kişilik olan yalnızlık, şimdiki durumda çift kişilik yalnızlığa dönüşmüştür. Tabi, bu tutku platonik (tek yanlı) değilse.”
“Bu tip sevgilerin diğer bir boyutu da, insanın, kendi sorunlarını çözmek yerine, kendinden, kendi gerçeklerinden kaçmak için başkalarıyla ilgileniyor görünmeyi seçmesi. Kendi sorunlarının tümü yüzüstü dururken sevdiğini zannettiği insanın sorunlarını çözmeye çalışır ve bunun adını da "fedakârlık" koyar. İşte bu, insanın kendisinden kaçışıdır. Tabi, sonuçta hiç bir sorun da çözülmüş olmaz.”
“Yalnızca tek bir kişi tarafından tüketilecek kadar kısır bir yüreğin ürününe, nasıl "sevgi" diyebiliriz? Sevgi bir ummandır. Yüzölçümü sınırsız olan bir yüreği bir kişiye tahsis etmek, sevgiyi hadım etmektir. Benliğinin dikenli tellerinden kurtulup o yüreğin kıyılarına gelip dayanan herkesin girme hakkı vardır oraya. Sevginin sadece kendisine tahsis edilmesini Allah bile kullarından istememiştir. O'nun istediği, sevgide başka bir şeyin kendisine denk tutulmaması, en çok kendisinin sevilmesidir:
"İnananlar ise en çok Allah'ı severler." (2/165)”
“Gerçek sevginin yüceltici gücü olduğu gibi çarpık sevginin de aynı oranda alçaltıcı özelliği vardır. Birincisinde insan kendisini bulurken, ikincisinde kendisini yitirir. Sevdiğini ilah edinir, onu tefekkür eder, onu zikreder, onu tesbih eder, onu görür, onu yaşar. O artık sevgili olmaktan çıkıp bir çeşit 'ilah' olmuştur. Ve zaten bu sayılanlar da bir tür tapınış yöntemleri değil midir?”
“Modern hayatın bu sapıklığına bilimsel bir temel hazırlamaya çalışan kapitalizm dininin sahtekar peygamberleri, kendilerine ilk hedef olarak sevgiyi seçmişlerdir.”
Hedef olan insan sevmede sınır tanımamakta. Saç baş dağınık önemli değil. Önemli olan kalptir demekte.
İnsalık hüsrandadır.
(Tırnak içinde yazılan paragraflar Mustafa İslamoğluna aittir)
(Tırnak içinde yazılan paragraflar Mustafa İslamoğluna aittir)